Cem Karaca: Hasret günlerim / Yazı Dizisi 2. Bölüm

Cem Karaca’nın yurda dönüşünün ardından 1987 Eylül ayında Güneş gazetesi için kaleme aldığı 7 bölümden oluşan yazı dizisinin ikinci bölümü: Vatansız bir vatan haini olmuştum

Köln’deki Pfeil sokağı tam bir müzisyen tekkesi olmuştu. Mesut, kardeşi Meftun, Mesut’un karısı Gudrun ev o hep beraber kalıyorlardı, bu ekibe daha sonra Taner de katılmıştı. O gün alışveriş nöbeti ondaydı, Taner hariç hepsi de içerlerdi, parayı alkol ve yiyecek arasında dengelemek için çevredeki süper marketleri dolaşıp nevaleyi düzmüştü. Kapıdan içeri girdiğinde elle tutulur bir sıkıntı vardı havada. Mesut, “Münih’ten telefon geldi. Yurda dön çağrısı yapmışlar Cem, sana, Selda’ya, Sema Poyraz’a, Şanar’a, Melike’ye.”

Olamaz diyordum. Böyle saçma sapan şey olamaz. Ama saçma sapan ya da değil böylece başlıyordu acıklı ve komik bir hikaye.

1979’da da Almanya’daydım, Selda ve ekibim turne yapıyorduk, Nisan sonu Münih’teydik. Derken 1 Mayıs geldi ve biz Selda’yla, Karl Marx’ların, Engels’lerin, Hitler’lerin memleketinde görelim bir dedik, bu 1 Mayıs nasıl bir iştir. Aylardan Mayıs ama Almanya bu, hava puslu ve bir ahmak ıslatan yağmakta. Toplantı Münih’in Marien alanı denen yerinde yapılıyor. Toplanmış bir altı yedi bin kişi. Almanlar, İtalyan’lar, Yugoslavlar, İspanyollar, Yunanlılar ve Türkler, sendikalar ve dernekler ama topu topu altı yedi bin kişi.

Toplantıyı Münih’in C.S.U partili belediye başkanı Dr. Erich Kiesi açtı. “1 Mayıs işçi bayramını, Alman işçilerinin ve tüm dünya işçilerinin bu bayramını kutlarım” dedi. Evet aynen böyle dedi Almanya’nın en sağcı partisinden Münih’e belediye başkanı seçilen bu adam. Selda bana ben Selda’ya baktık sonra Willy Brandt çıktı konuşmaya, dinleyenler arada bir sloganlar atıyorlar, ben sordum ne diyorlar diye, “Yaşasın uluslararası dayanışma” filan diyorlarmış. Ben yine sordum “Hiç kahrolsun şu bu” ya da “Şunu bunu ezdik sıra onda” filan demezler mi diye. Demezlermiş. Allah Allah! Sonra ellerinde gitarlarıyla genç genç çocuklar çıktılar ve yumuşak yumuşak şarkılar söylediler. Arada bir Selda bana ben Selda’ya bakışıyorduk.

Derken birkaç Türk bizi tanıdı, yanımıza geldiler şarkı söylememizi istediler, “Hayır” filan dedik, ısrar, rica. Ben megafonu alıp elime “Yaşasın uluslararası dayanışma” diye bağırdım. O ara resmimizi çekmiş bir muhabir. Tarih 1 Mayıs 1979.

Ve bu resim Şubat 1981’de yayınlanacaktı haftalık bir magazin gazetesinde, “Cem Karaca gizli hesaplar peşinde” başlığı ve Almanya’da örgüt kurup 12 Eylül’le başa geçen askeri yönetimi yıkmayı amaçladığım yorumuyla. Resim altında “Geçenlerde, yönettiği bir mitingde” diyerek.

Almanya’da da elime geçmişti o sayısı gazetenin ve gülüp geçmiştim. Sonra muhabire sormuştum işin aslını faslını, o da resmi kendisinin çektiğini ve gazetesine yolladığını ama bunu 1979 Mayıs’ında yaptığını anlatmıştı.

Ancak işin içinde iş vardı!

1979’da eşim Feride ve oğlum Emrah, Mart ayının ortalarında Türkiye’ye dönmüşler. Üstelik, Feride bu kararı benim Almanya’da hep beraber kalma düşünceme rağmen almıştı. Almanya’da güzel bir turne yapmış, epeyi para da kazanmıştık. Hem o zaman vize filan gibi sorunlar da yoktu. Neyse, dönmeyi tercih etti, böylece zaten sürüklenen ilişkimiz kopma noktasına gelmiş ve de kopmuştu.

Bu kopuştan sonra ben de Meral’le tanışmış ve birlikte olmuştum. Meral’le birlikteliğimiz başladığında, Meral eşi Demir Kurtoğlu’ndan boşanmak üzere dava açmış ve Alman yasalarına göre de ayrı yaşamaya başlamıştı. Ancak Demir’in Almanya’da kalabilmesi için yürüttüğü bir takım ticari işler için gerekliydi. Meral’le nikahının sürmesi gerekiyordu ve Demir Kurtoğlu bu resmi haftalık magazin gazetesine götürecek ve yayınlatacaktı. Muhabir ise deklanşöre basan parmak ve resmi Demir’e veren kişiydi. Aslında bu kadar gayri ciddi ve iğrençti, resmin basılma hikayesi. Ancak resmi makamları hiç mi hiç ilgilendirmiyordu işin bu yönü ve Askeri Koordinasyon Dairesi Başkanlığı “Yurda, 1 ay içinde dön Cem Karaca” diyordu. Bu çağrı, bu resimde Selda da olduğu için ona da yapılıyordu. Oysa Selda, zaten çağrının yapıldığı tarihte, Türkiye’de bulunuyordu.

Çağrıyı duyan Selda, bir İstanbul taksisine biniyor ve gidiyor teslim oluyordu. Sonuçta “Anılan toplantının Türkiye aleyhine bir mahiyet taşımadığı” gerekçesiyle aklanıyordu.

Bense çağrıya uymadığım için vatandaşlığımdan oluyordum.
Demir’in gazabı bitmiyordu! Kendi karısının, Meral’in bu sefer de evlilikleri döneminde, bir banyo sonrası çırılçıplak uyurken çektiği resmini yine Hafta Sonu dergisine verebiliyor ve bu dergide 1. Sayfadan “İşte bu kadın” başlığıyla, bu resmi ve bu alçak fahişenin (!) beni nasıl yaktığını yayınlıyordu. Demir denen adam tam bir Türk delikanlısıydı doğrusu.

Oturup çılgınlar gibi mektuplar, dilekçeler yazıyordu sağa sola, “Yurda dön” çağrısı yapılmış, o ise böylesi saçma sapan bir gerekçeyle oluşan bu çağrıya uymadığı için “Vatan haini”, “Vatansız” olmuştu. Tek tek kişilere olayı anlattığında, dinleyenler “ya vah vah” gibilerinden kafalarını sallıyorlar, o da haklılığını bir kişiye daha anlatmanın sevinciyle mutlu oluyordu.

Her gün, her saat içiyordu artık. Almanya’ya gelen annesi ve Meral çaresiz ve mütevekkil bakışlarla bu içerek yok oluşu üzüntüyle izliyorlardı.

Memlekete yakındır diye Yunan adalarına gidiyor yüzerek ulaşabileceği kadar yakın Türkiye’ye girememekten kahrediyor içiyor. Türkiye’ye bu kadar yakın olmaktan seviniyor yine içiyordu.

Türkiye’deyken eş dost toplanıp sohbet ederdik, türküler söyler, şiirler okurduk. Şiir deyince Nazım Hikmet, onun kaçışı ve yurt hasreti söz konusu olurdu sık sık. “Karşıyaka memleket, beni duyuyor musun Mehmet?” dizeleri söylenir ve “Vay anasını ne biçim özlemiş” gibi laflar edilir sonra birisi “stüdyo” falan gibi bir kelam eder, Nazım ve onun hasreti kaynar giderdi. Bu sefer etimde hissediyordum Nazım’ın hissettiklerini. Karşıyaka’nın, memleketin ışıkları görünüyordu İstanköy’den ve gerçekten yüksem çıkardım Bodrum’a ama çıkamıyordum. Yasaktı.

Bazı dostlar “Ne var ki ulan, çek git Türkiye’ye, işte geldim” de diyorlardı. Üstelik çok da kolay söylüyorlardı.

Ben de istemez miydim öylece atlayıp gelmeyi? Ama korkuyordum. Türkiye durmuş, oturmuş bir dönem yaşamıyordu. Gözaltı süreleri 45 ya da 90 gündü. İşkence söylentileri, ne söylentisi? Bu konuda programlar yapılıyordu Alman TV’lerinde. Yazar İlhan Erdost dövülerek öldürülüyor, İstanbul şehrinin belediye başkanlığını yapmış Ahmet İsvan, “Buyrun işkence yapmadık, işte kanıtı” diyerek, yarı beline kadar soyunuk zorla TRT’ye çıkarılıyordu. Tarık Akan, “Sinema, Kurtuluş Savaşı, Yılmaz Güney” dedi diye Frankfurt’ta gözaltına alınıyordu. Dönüşünde sahi neydi bu “Yurt dışında Türkiye aleyhine propaganda yapmanın” ait olduğu 140. Madde? Neyi konuşturur? Neyi yasaklardı?
Söz gelimi sıkletinde sonuncu olan bir Türk milli güreşçisi, kendisine bir Frenk gazetecisi başarısızlığının sebebini sorsa, güreşçi de “Ben ayda 100.000 TL yani 200 DM ile iyi beslenemiyorum, evde üç çocuk kayınvalde, hanım, ben, altı kişiyi, para yetmiyor” dese… bu da girer miydi 140. Maddeye?

Ya da kırmızı ışıkta geçtiği için yargılanan bir türk sürücüsü, savunmasında “Valla bizde kırmızı, yeşil, lamba pek yoktur, olana da aldırmayız, alışkanlık” dese, bu da mı yurt dışında Türkiye aleyhine propaganda olacaktı acaba?
Türkiye’de olan biteni, bu arada ırza geçmeyi, hileli iflası, hayali ihracatı, soygunu, zenginle yoksul arasındaki farkı yazıp basan ve yayan 4 gazete var yurtdışında ve bu gazeteler o zaman yıl 365 gün 140. Maddeyi ihlal etmiyorlar mıydı?

Olaya bu mantıkla baktığımızda, ülke ekonomisinin sıkışık durumda olduğundan söz edip dış yardım aramak da suçtu ve Türkiye’nin aleyhine propaganda kapsamına girebilirdi.

15 yıl önce 15 yıl sonra

Spor yapar mısınız?
“Eskiden basketbol oynar, yüzerdim. Şimdi yaşlandım galiba.”
“Balık tutarım.”
Çok dostunuz var mı?
“Tuhaf bir duygu. Beni sevenlere karşı zalim olurum. Onlara eziyet etmekten hoşlanırım. Bir nevi ruhsal bir düzensizlik herhalde. Bu yüzden fazla dostum kalmadı.”
“Zannetmiyorum.”
Kaç kez evlendiniz?
“Üç. İnşallah bu sonuncu olur.”
“Üç kez evlendim.”
En beğendiğiniz şarkınız hangisi?
“Lümüne”
“Henüz bestelemedim.”
Ne tip kadınlardan hoşlanırsınız?
“Gününe, saatine, içkili olup olmamama göre değişir.”
“Dış görünüme önem vermeyecek kadar yaşım ileri. Bu nedenle şimdi kadın deyince, dış çizgileri taşıyan, esmer kadınlar daha çok ilgimi çeker.”
Hayatta en çok sevdiğiniz üç şey nedir?
“Müzik, para, insanlar.”
“Sevdiğim kadın, ülkem, ailem yani annem ve çocuğum.”
Hangi yemekleri seversiniz?
“Denizden çıkan her şeyi. Ayrıca bulgur pilavıyla, kuru fasulyeyi”
“Yer elması, kereviz, kuzu kapama ve bamya dışında her şeyi”
Yağmurlu bir günde sokakta dolaşmayı sever misiniz?
“Eskiden severdim. Şimdi galiba o kadar romantik değilim.”
“Bir şemsiyem varsa evet.”
Kaç yaşındasınız?
“yirmisekiz”
“Kırküç”
Nerede oturuyorsunuz?
“Bakırköy’de”
“Bakırköy’de”

Eylül 1987 – Güneş gazetesi…