İstanbul’a gelen yabancılar neleri severler, nelere şaşarlar?

Ecnebilerin en çok sevdikleri, tabii güzellik; en şaşırdıkları şey ise şoförlerin cüretidir.

Her sene şehrimizin, dillere destan olan güzelliğini görmek üzere yabancı memleketlerden binlerce insan gelmektedir. Bunlardan kimisi muharrir, kimisi diplomat, kimisi sanatkardır. Bu insanların hemen hepsinin hoşlandıkları veya tenkit ettikleri muhtelif şeyler var. fakat hepsinin birleştikleri bir tek nokta varsa o da İstanbul’un güzelliğidir.

Mesela Amerikan revü kralı Billy Rose, Parkoteldeki odasının balkonundan gözüken manzarayı işaret ederek bana şunları söylemişti:

“Rio’yu, Napoli’yi, Tahiti’yi gördüm, fakat İstanbul hakkında duyduklarımı mübalağa olarak telakki ediyordum. Daha hiçbir tarafı gezmedim ama, şu balkondan gördüğüm manzara bana yeter.”

İki gün sonra Billy Rose, şehrimiz hakkındaki ihtisaslarına şunları ilave etti:

“Balayı için enfes bir memleket, yazık ki doya doya gezemedim, vaktim çok dardı, ilk fırsatta bir iki ay kalmak üzere gelmek isterdim. En fazla kadınlarınızı beğendim. Fakat bir kusurları var: Çarşıya bile suvare elbisesiyle gidecek derecede şık geziyorlar.”

seyyahların içinde, Haliç’e, Büyükadaya’ya bayılanlar, Eyüp sırtlarından hala Pierre Loti’nin İstanbul’unu arıyanlar, şehrimizi modern bir halde görüp, Şark kıyafetlerine tesadüf edemeyince hiddetlenenler de yok değil!

Bilhassa Amerikalıların en fazla şaştıkları şey nedir biliyor musunuz?
İstanbul şoförleri!

UNESCO Konferansına gelen Amerikalılar, kendilerine tahsis edilen Belediyenin İsveç otobüsünün şoförünün Topkapı Sarayının dış kapısından iğneye iplik geçirir gibi geçmesine hayretlerini saklayamamışlar ve akşam Pera Palas’ta bir Amerikalı kadın bana şunları söylemişti:

“Şoförlerinin dünyanın en cüretkar insanlarıdır. İstanbul sokaklarında bu kadar süratle otomobil kullanmalarına hayret ediyorum. Her seferinde yüreğim ağzıma geliyor, adeta korkudan hasta oldum.”

Başta Fransız muharriri Myriam Harry olmak üzere birçok yabancılar da seyyar satıcıların, memleketlerinde asla mevcut olmayan, yüksek sesle satışlarına, köprü merdivenlerinden vapurlara telaşla giren ve çıkan insan kalabalığına hayret ediyorlar. Yollarınızda yaya yürümek imkansız, hem dar hem kalabalık diyorlardı.

Bunlar arasında Kapalıçarşı hayranları da hiç yabana atılacak gibi değildir. Bedestenin küflü kokusunu duymak için İstanbul’a her gelişinde behemahal burasını ziyaret eden yabancılar da var. ingiliz Profesörü Hamley gibi. Nuh’un gemisini aramaya gelen heyet başkanı Dr. Smith ise Anadolu yakasına aşıktı. Kadıköy, Suadiye, Pendik arasına bayılıyordu.

Ya karacaahmet Mezarlıklarından hoşlananlar! Bunların başında moda kraliçesi Betty Beeds geliyor. Fransız kabare şarkıcısı Lüs Klarans’ın Eski Eserler Müzesindeki İskender’in Lahdine tutulduğunu ve fırsat buldukça buraya giderek, kabartmaları defalarca tetkik ettiğini söylersem, ne dersiniz? Bu artist, bir gün bana şöyle demişti:

“Paris’teki Tanagra heykellerinden daha güzel bir şey göremeyeceğimi sanıyordum. Fakat bu lahit onlardan güzel.”

Mile, Lüs, Fransız heykeltraşı meşhur Laoust’un kızıydı.

Mısır Kralının kız kardeşlerinden prenses Faize de her sene yaz mevsimini Kıbrıs’ta geçirirken, İstanbul’u gördükten sonra, artık her yaz şehrimize gelmeye başlamı ve ihtisaslarını sadece “harikulade, nefis” kelimeleriyle ifade etmiştir.

Şimdi biraz da yabancıların tenkit ettikleri noktaları sayacağım. Bir defa hemen hemen hepsi eğlence yeri olmamasından şikayetçi. İkamet tezkeresi ve pasaport kayıtlarından illallah diyen birçokları da bu yüzden yurda gelmiyor.

Transit olarak geçen bir yabancı Yeşilköy Hava Meydanı büfesinden bir Türk sigarası almak istediğini, fakat yanında Türk parası olmadığı için istediği kadar sigara alamadığını, dolar kabul etmeyen büfecinin kendisine iki paket sigara hediye ettiğini bana hikaye ederken:

“Ayağına kadar gelen dövizi kabul etmeyen yeryüzündeki yegane memleket sizsiniz, sigaranın bedelini Türk lirası olarak ödesem bir şey istifade edemezsiniz ki. Memleketinize giren dövizlerle değil, çıkanlarla uğraşsanız daha iyi edersiniz” dedi.

Amerikan filosuyla gelen bir deniz zabitinden de şu şikayeti duymuştum:

“Gemiye gelen resmi banka memurları benden dolarlarımı 280 kuruşa aldılar. Fakat param yetişmedi. Şehirde 400 kuruşa değiştirdim. Hükümet neden yabancıları mutazarrır ediyor? Bizde Türkiye’ye karşı bir itimatsızlık uyandırıyor.”

Şu sırada kabul edilmek üzere olan Turizm kanunlarının bütün bu şikayetleri önleyecek kayıtları ihtiva etmesini temenni edelim.

M. Ataker / Yeni İstanbul gazetesi

11 Aralık 1949